23 Eylül 2010 Perşembe

Ben Bir Yolculuk Yaptım - Bozcaada

''İnsan yaşadığı yere benzer  
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer  
Suyunda yüzen balığa  
Toprağını iten çiçeğe  
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine  
Konyanın beyaz  
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer  
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir  
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları  
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına  
Öylesine benzer ki  Ve avlularına ...'' Edip Cansever 


Bozcaada gezimize pırıl pırıl bir İstanbul sabahının ilk ışıklarında yola koyularak başlıyoruz.
Sabahın ilk saatlerinde kaç kişi görmüştür Halic'i gün henüz doğmuşken,ama işe yetişme telaşı ile değil , yaşadığı şehre birde bu saatte bakmak için kaç kişi bakmıştır.Tıpkı gün yeni doğmuşken öyle önemli bir sebeptende değil sadece çişe gitmek için kalktığında yanında uyuyan sevgilin yüzünü daha doğrusu o saatteki yüzünü, o hep bildiğini sandığın yüzünü ilk kez görürsün ya '' O bu yüzünü hiç görmemiştir.'' işte onun gibi kaç kişi görmüştür. Ben ilk kez gördüm. Size bu görüntüyü tabi ki anlatmayacağım,bildiğim kelimeler tarife yetmeyecektir,ancak bir gün yine sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp sadece bu görüntünün peşine düşeceğim fotoğraf makinemle, o zaman bu görüntüleri'de yine sizinle paylaşacağımdan şüpheniz olmasın.


Bu kadar konuştum ama bir türlü İstanbul'dan çıkamadım tamam sizi fazla sıkmadan 5  saat süren yolculuğumuzu anlatmıyor direk Bozcaadaya geçiyorum (bu kıyağımıda unutmayın)


Bozcaada'ya bu benim üçüncü gelişim  Geyikli iskelesinde feribot beklerken sahildeki çay bahçesinde bira içmek hayatımda üç kez uygulayabildiğim en büyük zevklerimdendir.Feribota binince normalde 45-50 dakika süren yol sanki bir sigara içimi sürede sona eriyor yada bana öyle geliyor feribot'un adaya yavaş yavaş yaklaşması önce adanın tepesindeki vericilerin daha sonra kalenin ve evlerin, git gide kayıkların ve en sonunda insanların görünmesi...


Ne demişti Edip Cansever sözümüze başlarken '' İnsan yaşadığı yere benzer...

20. yüzyıl başında nüfusun yarısından biraz fazlasını Rumlar oluştururken, bugün adada sadece 30 kadar Rum kalmıştır. Bu nüfus azalmasının nedeni olarak Rum azınlığın bir "yıldırma" siyasetiyle kaçırıldığını öne sürenler vardır ki bana göre doğrudur. Azınlığı yıldıran sebepler arasında 6-7 Eylül OlaylarıKıbrıs Sorunu, toprakların düşük bedelle kamulaştırılması, Lozan Antlaşması'nda azınlıkların haklarının korunmasına ilişkin maddelere Türk hükümetlerinin uymaması, daha büyük bir Rum toplumu barındıran komşu Gökçeada'daki Rumların göç etmesi sayılmaktadır.

















                 
Özellikle, Lozan Antlaşması'nın 14. maddesi uyarınca, adadaki güvenlik güçlerinin yerel halktan müteşekkil olması kuralına Türkiye'nin uymadığı iddia edilmektedir ki bu iddia'da doğrudur. Adadan ayrılan Rumlar Türkiye dışına göç etmiştir. Bu göç 1970'ten sonra hızlanmış ve sonunda Türkler tam anlamıyla adaya sahip olmuşlardır. Bugün ada nüfusunun büyük bölümü Çanakkale'den yada çevre köylerden gelen insanlardan oluşmakta.



1990 yılından sonra Bozcaada gerek basında çıkan haberler gerekse bazı popüler dizilerin çekilmesi sonucunda bilinirliliğini arttırarak başta İstanbul olmak üzere İzmir ve çevre illerden yerli turistlerin akınına uğramaya başlar.Artan turizm sonucu işletmelerin sayısını gün geçtikçe çoğalmış bunun sonucunda'da özellikle restorant'larda çalışmak üzere başta Güney Doğu olmak üzere çeşitli illerden göç almaya başlamış.

Yolculuğumuz ve Bozcaada'daki ilk günümüzde öncelikle kendimizi uygun bir otele havale ediyoruz.Bulduğumuz otel restorantların hemen arkasında yer alan biri eski biri yeni olmak üzere iki binadan oluşan Gümüş Otel (286) 697 8252  binalardan eski olanı adanın bir dönem Hükümet Konağı daha sonra Emniyet binası olarak hizmet vermiş oldukça eski bir yapı .Geçirdiği restorasyon sonrası bugün ki halini almış.
Eşyalarımızı otele atıp vuruyoruz kendimizi Bozcaada sokaklarına.Ben yirmi yıldan fazla zamandır İstanbul'da yaşamama rağmen İstanbul'un hiç bir sokağını kendime ait hissetmem buna  yıllarca oturduğum Beyoğlu sokakları'da dahildir, ama  Bozcaada'ya her geldiğimde kaldığım pansiyonun sokağı benim sokağım oluverir.
Bozcaada Sokakları


İnsan ne kadar yol yorgunu olsada burada geçirilen zaman değerlidir,akşam atıyoruz kendimizi sahildeki meyhanelerden Borazan olanına. 
Sahildeki meyhaneler genelde fiyat olarak'ta içerik olarak'ta birbirine benziyor,fiyatlar aşağı yukarı Nevizade'deki meyhanelerle aynı ''tüm meyhanelerin fiyatları aynı olsa ne iyi olurdu.'' Burada kendimize meze olarak başta salata olmak üzere,peynir,patlıcan,haydari ,yakamoz,ay ışığı,deniz kızı,'' pardon dalmışım  garson bey'' söyledikten sonra sıra balığa geldi Bozcaada'da üzülerek söylemek gerekirse fazla balık seçeneği ya yok yada olan balıklar çok pahalı. Dört tarafı denizle çevrili bu bereketli topraklarda hani geçen yıl bahçeye attığınız üzüm çekirdeklerinin ertesi yıl boy verdiği bu güzelim toprakların denizlerinde balığı kurutmuşlar,kurutmuşuz.  ''Haydi içmek için bir sebep daha bulduk.'' Bizde kendimize fiyatta uygun tatta saman olan çiftlik balıklarından söylüyoruz. 
Ben kendime çupra söylüyorum garson bana çipura getiriyor TDK'ya küfrediyor,gecenin hatırına sesimi çıkarmıyorum... ve bu gecelerin olmazsa olmazı rakı arzı endam ediyor masamıza...'' 
'' Burası Dalyan kahvesi,ortalık süt mavisi Apostol bu ne biçim meyhane.Tabağımda bulut kadehimde gök yüzü.''Oktay Rifat
Ertesi gün, ne güzel gün, denizin sesiyle uyanıyoruz ve atlıyoruz arabaya Habbele plajına doğru yola koyuluyoruz.Bozcaada'da yer alan en büyük plaj Ayazma plajıdır,gerek burada yer alan restorantlar gerekse plajın ücretsiz olması halkın yoğun olarak bu plajı tercih etmesine sebep oluyor.Buranın az ilerisinde yer alan Sulubahçe koyuda yine benzer sebeplerden tercih ediliyor. Ayazma'nın hemen solunda yer alan Beylik koyu adanın gizli kalmış koylarından biridir,bu koyda her hangi bir işletme bulunmuyor.
Kalabalıktan hoşlanmayanların birazda adayı tanıyanların tercihi Akvaryum koyu yada Habbele plajı oluyor.Adaya gelenlerin mutlaka görmesi gereken Akvaryum koyu yemyeşil  denizi ve adına yakışır berraklığıyla insanda akvaryumda yüzüyormuş hissi yaratıyor. Bu koyda her hangi bir işletme olmadığından gidenlerin ihtiyaçlarını yanlarında götürmesini tavsiye ederim.
Bizim denize girmek için tercih ettiğimiz Habbele plajında bir adet restorant mevcut ,plaj işletme olarak üçe ayrılmış bunlardan en solda yer alanını adanın spor kulübü işletiyor şezlong şemsiye 6 tl. Ortada yer alan restoranta ait olan işletmede şezlong ve şemsiye ücreti 16 tl bira 8 tl. En sağda yer alan ve Corvus şarapçılığın işlettiği  bölümde şezlong,şemsiye 10 tl.
Plajın bir kısmı kum bir kısmı çakıl. Denizi oldukça güzel .Bütün gün kumsal ve  deniz keyfi yapıp kitap okuyorum.Güneş ,deniz ve ben bahtiyarım...
İnsan neyle yaşar ?  diye sormuş Brecht.. İnsan neyle yaşar ? bu soruyu ne zaman kendime sorsam verdiğim yanıtlar hep farklıdır.Kimi zaman sanat'la,edebiyat'la,resimle,heykelle diye cevap veririm kendime.Kimi zamanda aşkla,sevgiyle diye.Nedense verdiğim cevaplarda su ve ekmek'e yer olmaz(dı).. akşam yemeğinden önce bu soruyu yeniden sormasaydım kendime...Denizde geçen zaman çok keyifli olduğu kadar yorucu'da geçti,yanımıza aldığımız meyveler açlığımıza ket vursa'da akşam olunca açlık kendini iyice ortaya çıkarıyor aklımdan geçirdiğim '' İnsan neyle yaşar'' sorusunun yerini ne yesek? alıyor .

İlk gün gittiğimiz sahil meyhanelerinin yerine bu sefer adanın biraz daha iç taraflarında yer alan sokak meyhanelerini tercih ediyoruz...(Ediyoruz dediğime bakmayın ben yolculuğa beraber çıktığım abim Ogün, eşi Fatoş ve ortak arkadaşımız olan Kenan'ın kararlarına uymaktayım)


Nereye otursak diye bakınırken bu klasik Nevizade meyhanelerinin arasından bir bakışta sıyrılan sevimli bir meyhane gözümüze çarpıyor.Kırmızı tişörtlü sempatik çalışanları, dekoru, masa ve sandalyeleriyle bize göz kırpan bu meyhane adıylada doğru tercih yaptığımızı tasdikliyor...Battı Balık (0286 697 88 81)


Bu sevimli, sevimli olduğu kadar pozitif meyhaneye oturduğum andan itibaren kendimi her akşam işten eve giderken uğrayıpta iki tek atmaktan keyif aldığım mahalle meyhanesinde hissettim.


Bu eski Rum mahallesinin dar sokaklarına kurulmuş olan sempatik meyhanenin işletmeciliği ve şef aşçılığını yapan Cenk Kayhan'ın tavsiyelerini dinleyip mezelerimizi ona göre seçiyoruz .Balık olarak'ta önceki gün yediğimiz çiftlik Çupra'sının yerine şefin tavsiyesiyle Asma Yaprağında Sardalye söylüyoruz.Bizim Sardalye olarak söylediğimiz balık masaya Nihavent makamından '' Yıldızların Altında'' şarkısı ile geliyor,yediğim ilk Sardalyenin arkasından içtiğim Tekirdağ rakısı makamı Hicaza çeviriyor Ada Sahillerinde Bekliyorum...İkinci dublede Buselik makamında '' Bana Bir Aşk Masalından Şarkılar Söyle''...

Battı Balık mezeleri ve Sardalye'siyle o gece bizi büyülüyor büyülerken kullandığı iksirin rengi ak, kokusu tok, içimi hafif, sohbeti bol oluyor. Gecenin finalinde aklıma takılan şarkı makamlar üstü bir ses olan Müzzeyen Senar'dan ''Yine Bu yıl Ada Sensiz İçime Hiç Sinmedi'' (Efkarlandım mı ne ?)


Ne garip günün her hangi bir saatinde yolda yürürken yada çalışırken değil,illede rakı içerken aklımızın minik müzik odalarından çıkıyor bu şarkılar. Sabah kalkınca aklımızı zorlasak dahi hatırlayamadığımız bu sözler şimdi bir bir dökülüveriyor.'' Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi,dil'de yalnız dolaştım hep gözyaşlarım dinmedi.''



Sabah kahvaltısını otelde yaptıktan sonra kahve içmek üzere meydandaki çay bahçelerine gidiyoruz.Adanın eski, kim bilir kaç senelik çam ağaçlarının altında yapılan çay keyfi bir başka oluyor. Adanın sakinlerinin dinlenmek için tercih ettiği bu alan aynı zamanda onlarca kargaya ev sahipliği yapıyor.


Flaş ,Flaş ,Flaş... Adanın normalde Perşembe günü kurulan pazarını Çarşamba gününe almışlar, ama pazar artık  merkezin biraz daha dışında taşınmış. Bilen bilir normalde çay bahçelerinin hemen yanına kurulurdu bu pazar ,şimdi ayazma yolu üzerinde sağda yer alan küçük bir alana taşınmış.
Gittiğim şehirlerin müzelerinden önce pazarlarını gezen ben,hemen alıyorum makinemi,pazara doğru yola  koyuluyorum...


Pazarda en çok bulunan meyve domates ''şimdi domateste meyve mi ? diyeceksiniz bu konuda girdiğim bir iddiayı kazandığımı size hatırlatmak isterim. Evet domates bir meyvedir.'' daha fazla sizinle tartışmak istemediğimden konuya geri dönüyorum.
Fiyatlar İstanbul ile kıyaslanamayacak kadar ucuz. Tahminen 3 kişilik bir ailenin ortalama bir haftalık sebze,meyve ihtiyacı 30-40 tl civarı tutar.


Bozcaada pazarının en sevdiğim özeliği zeytin ve zeytinyağı çeşidinin bolca bulunması.Pazara
tezgah açanların çoğu Çanakkale'nin köylerinden gelen yerli halktan oluşuyor.Yöresel yiyecekler arasında çok fazla bir seçenek yok, maalesef genelde herkes benzer sebze ,meyve çeşitlerini satıyor.

Ege bölgesinde yaz aylarında bolca bulunan deniz böğrülcesi rakı masalarının aranan mezelerinden...Yeri gelmişken size yazın firsat buldukça yaptığım hazırlanması oldukça kolay olan bu böğrülcenin tarifini vereyim.
Böğrülceleri suda yaklaşık 10 dakika haşlayın. Bu sırada sos için bir havanda zevkinize göre 2-3 diş sarımsak dövün, bu sarımsakların üzerine zeytinyağı ve limon ekleyip  çırpın.
Haşlanmış böğrülceleri bir elinizle kök kısmını tutup diğer elinizle sıyırın.Kılçıklarından arınmış böğrülcelerin üzerine bu sosu dökün ve alttaki telefonu arayarak beni çağarın...


Neyse yemek programına son verip geziye devam edelim.Pazarın 30-40 dakika gezdikten sonra yol üstünde gördüğüm eskiden şarap fabrikası olan, günümüzde restore edilerek hediyelik ürünlerin satıldığı bir işletmeye dönüşen Kasaba Aral Hediyelik'e uğruyorum.
Bir zamanlar Bozcaada'nın en büyük şarap üreticilerinden olan Aral ailesi, şarap üretimine Mürefte'de devam ediyor.
Kasaba'nın bahçesinde yer alan restoranda yemek yiyeceğiniz gibi yine bu bahçede yer alan barda içkinizi ''neden su değil'' yudumlayabilirsiniz.
Bahçe bölümünde yer alan bir diğer bölümde Arzu hanımın üretmiş olduğu bez bebekler ve seramik fırını ilginizi çekebilir. 



Kasaba'da Aral şaraplarını satın alabileceğiniz gibi bir çok hediyelik ürün ve yöresel reçeller bulabilirsiniz. Kasaba Aral Hediyelik 0286 697 04 31(32)


Hazır şaraptan bahsetmişken Bozcaada şaraplarına genel bir bakış atalım. Öncelikle bir haber vereyim.Çamlıbağ şaraplarının sahibi Yunatçılar, 2009 yaz sezonunda traktörle günbatımı turları düzenlemeye başladı. Hergün düzenlenen bu turlar, şarap adası Bozcaada'da bir boşluğu doldurdu!

Gün içerisinden Çamlıbağ'dan aldığınız şarapları soğutulması için mağazaya bırakıyorsunuz. Saat 18.30'da fabrikanın önünde buluşuluyor. Burada şarap ve peynir ikramı yapıldıktan sonra 19.00 'da traktör hareket ediyor. Üzerine oturma sıraları konmuş, tenteli, maksimum 15 kişilik olan traktörle adanın güney kıyılarında, etrafında herhangi bir evin bile olmadığı, arabaların giremediği Çamlıbağ bağlarına gidiliyor.
Burada muhteşem manzaraya karşı şaraplarınızı içiyorsunuz.
Turlar için en az iki gün önceden rezervasyon yapmanızda fayda var, çünkü yaz sezonunda çok talep oluyor !
Rezervasyon için: Özgür Erol 0286 697 80 55


Şarap konusunda adada gözüme çarpan bir önemli değişimde Talay şarapçılığın açmış olduğu şarap evi.Ada’nın merkezinde yer alan iki katlı şarap evinin alt katında şarapları tadabiliyor, dilerseniz satın alıyorsunuz. Üst kattaysa masalara oturup çeşitli peynirler eşliğinde şarap keyfi yapabiliyorsunuz.


Bozcaada’da şarapçılık geleneğini 61 yıldan beri sürdürmekte olan Talay ,adanın en büyük işletmelerinden birisi. 1948 yılında bir aile şirketi olarak Necati, Hayati ve Sebati Talay kardeşler tarafından kurulmuş. Önceleri dökme şarap üretimi ve ticareti yapılırken, 1955 yılında şişelemeye geçilmiş.   
Üretiminin büyük bir bölümünü ailenin bağlarında yetişen Çavuş,Vasilaki, Karalahna, Karasakız (Kuntra) üzümlerinden gerçekleşiyor. 
Bu arada eski butik mağazası'da yerinde duruyor.Bu mağazada şarap tadıyor ve satın alabiliyorsunuz.


22 Eylül 2010 Çarşamba

Ben Bir Yolculuk Yaptım

Merhaba
Ben Tarık Başoğlu bir gezginim diyemeyecek kadar az gezdim,bir fotoğrafçıyım diyemeyecek kadar az fotoğraf  bilgim var,bir yazarım diyemeyecek kadar az yazı tecrübem...ama biliyorum ki insan öğrenmek için gelmiştir dünyaya.

İlkokul yıllarında Beden Eğitimi'nde  oynadığımız oyunlar sevdirmişti bana Beden Eğitimi dersini birde Coğrafya dersini severdim, kim bilir belki Güliverin Maceraları sevdirmiştir bana bu dersi yada okuduğumuz diğer macera kitapları, başka ülkeleri hep merak ederdim. Radyoda duyduğum 30 Ağustos Zafer Bayramı tüm yurtta ve Lefkoşa'da törenlerle kutlandı anonsunda  Lefkoşa'yı Türkiye'nin tek dost olduğu ülke sanır öncelikle bu ülkeyi görmek isterdim.Birde Coğrafya dersinden  hatırladığım yada unutamadım bölgesel iklimlerdir.''Akdeniz bölgesi yazları kurak ve sıcak,kışları  ılık ve yağışlı geçer..'' Ama bu Akdeniz bölgesinde insanlar nasıl yaşar, ne yer ne içerlerdi? Neden pamuk toplamaya Güney Doğu'dan gelirdi ırgatlar, kendi topraklarında pamuk yok muydu? Çocuk aklımızla bunlara kafa yormuyorduk tabi ki.

Birde hiç unutamadığım Toros Dağları...Toros Dağlarının yaz, kış karlı tepeleri. Hep gitmek istemişimdir bu dağın karla kaplı tepelerine, sanki bizi diğer insanlardan diğer şehirlerden ,ülkelerden ayıran hep bu dağmış gibi gelirdi bana sanki bu dağı aşınca gerisi tamamdı, Torosların ardı kimi  zaman İstanbul olurdu kimi zaman Almanya,kimi zaman İtalya,Paris,Roma...Artık o gün hangi hikayeyi duyduysak büyüklerimizden yada hangi filmi gördüysek sinemada ona göre şekillenirdi Torosların ardı.Neyse bu konuları ilerleyen zamanlarda Blog'a daha ayrıntılı yazarım.

Ben Bir Yolculuk Yaptım bundan bir kaç yıl önce yarı otobiyografik senaryo olarak yazmaya başladığım ancak bir türlü bitiremediğim kim bilir belki bu blog vesilesiyle bitireceğim çok sevdiğim bir Nazım Hikmet şiirinin adıdır.Bu şiir vesilesiyle oluşturduğum Blog'umda gezdiğim yerlerin insanlarını,kültürlerini,yaşamlarını fotoğraflayıp sizlerle paylaşacağım. Ben gezdikçe mutlu olacağım umarım sizde sayfamdan keyif alırsınız...

Bu şiiri bilmeyen arkadaşlar olabileceğini var sayarak paylaşıyorum.


Ben Bir Yolculuk Yaptım

Uzakta, çok uzakta, geceleri gökyüzüne
beyaz bir yangın gibi aydınluğı vurdu hava meydanlarının
ve kaçırdığım tirenler benden bir şeyler alıp
pırıl pırıl daldı karanlığa,
ben bir yolculuk yaptım

Ben bir yolculuk yaptım,
insanların gözleri bembeyazdı,
leş kokuyordu çürümüş sular.
Yalanın ve ahmaklığın bataklığını geçtim
adam boyu sazlıklarda kaybolmadan...

Ben bir yolculuk yaptım,
yumrukları sıska karınlarında ve iki büklüm oturan
yahut da rüzgarın önünde yalnayak koşan kadınlarla;
ölülerle birlikte
harp meydanlarında ve barikatlarda unutulmuş olanlarla.

Ben bir yolculuk yaptım,
asfaltı sabah aydınlığıyla ıslak
şehirlerin içinden
mahpusları taşıyan
kamyonlarla geçerek...

Ben bir yolculuk yaptım,
ne senin beyaz dişlerinde ezilen üzümlere doyabildim,
ne de kapalı bir yaz ikindisinde benzeyen yatağına.

Ben bir yolculuk yaptım,
yepyeni yapılar vardı şantiyelerde,
genç bir çam gibi yemyeşildi ümit,
ve bin metre yerin altında
insanların alnında yanıyordu grizu lambaları.

Ben bir yolculuk yaptım,
ayışığında, günışığında,
yağmurun ışığında,
dört mevsimle ve bütün zamanlarla birlikte,
böceklerle, otlarla, yıldızlarla birlikte
ve en namuslu insanlarıyla yeryüzünün,
yani bir keman gibi şefkatli,
henüz konuşamayan bir çocuk gibi merhametsiz,
henüz konuşamayan bir çocuk gibi cesur,
yani bir kuş kolaylığıyla ölmeye de
bin yıl yaşamaya da hazır...

Nazım Hikmet Ran